top of page
Yazarın fotoğrafıZeytin Hasadi Dergisi

Güneş Görmemiş Dünyam-Melek Şahin Kayaş

Güncelleme tarihi: 5 Oca

İlanı görünce zınk, diye durdum. Açık kapıdan içeriye doğru şöyle bir göz attım. Oldukça geniş bir yerdi.  Dükkân sahibi müşterileri güler yüzle karşılayıp ne istediklerini soruyordu. Raflara dizilmiş zeytinyağı şişeleri albeniliydi. Leğenlere dökülmüş zeytinlerin görünüşü insanı iştaha boğuyordu. Belli ki işini severek yapıyordu. İçeri girdim. Bir kenarda durup orta yaşlı, tombul adamı seyrettim. Beni fark etmedi. Belki de kılığımdan müşteri olmadığımı anladı. Bu arada müşterilerin biri gidip diğeri geliyordu. Tombul parmakları, cam dolapların içinden müşterilerin istediği zeytinyağı şişelerini çıkarıyor, özenle paketliyor, uzunca bir yolcuğa hazırlıyordu. Tek başına hepsine de yetişiyordu. Bunu hangi güçle yapıyordu?  İçeride kimse kalmayınca boğazımı temizleyip konuşmaya hazırlandım.

“İş ilanını görünce…”

“Burada yeni misiniz?”

Ne demeliydim ona? Yaşadıklarımı karanlık bir kıyıda unutmak istediğimi mi?  Bu soruyu sormadan anlamalıydı gözlerimin farklı yana baktığını, yaşadıklarından kaçtığını. Neyi merak etmişti? İki çocukla kıyıya vurmuş, parçalanmış bir hayatı mı? Acıdığı için beni işe alacaksa, yanılıyordu. O an içimdeki o biçimsiz yara tekrar büyüdü. Bazen unutmaktan da korkuyordum. Unutursam içimdeki her şey uzaklaşacakmış gibi geliyordu. Belki de unutmadıklarımla gün görmek istiyordum. Dükkân sahibinin sorusuyla, unutamadıklarım, kuru otları hızla saran bir ateş gibi gövdeme yayılmıştı. Bacaklarımdaki titreme tam o anda başladı.

“İyi misiniz? Bir şeyiniz yok ya? Lütfen oturun, biraz dinlenin.”

Oturdum. Sessizliğim, öyle kolay değil kaçışını anlatmak, diyordu.

“Üzülmeyin zamanla buralara da alışırsınız.”

Bunu sanki bütün hayatımı biliyormuşçasına o kadar kendinden emin ve rahat bir şekilde söyledi ki şaşırdım. Gövdesini geriye atıp, oturduğum yerde beni baştan aşağı süzdü. Gözleri ayağımdaki yırtık terliklere takılı kalınca utancım, oradan hemen kaçmam gerektiğini söyledi. Kızardım. Burada senden çokça var dercesine gülümsedi. Rahatladım. Arkasını dönüp rafları düzeltmeye koyuldu. Dükkâna girdiğimde keskin bir koku vardı. Buna alışıyordum herhalde. Gözlerim bir meşgale aradı, duvardaki fotoğraflara kaydı.

“Zeytin ağaçları onlar,” dedi.

Sanki adamın arkasında iki göz daha vardı.

“Hiçbir hayat onların gözünden kaçmaz.”

Ne demek istemişti şimdi. Hatırlamak istemediklerime gönderme mi yapıyordu?

“Dünü, bugüne taşıyan onlar. Daha önce buralarda kimler varmış? Neler yaşanmış?

Hepsini bilirler. Onlara elini uzatıp kalbini verirsen en iyi yoldaş olurlar sana. Mademki Ayvalık’ı seçip geldin. Mademki buradasın, onların kalbini dinlemeye çalış. En kısa zamanda, yanın sıra getirdiklerinle yaşamayı öğreteceklerdir sana. Unutamadıklarınla sonsuza kadar yaşayacak değilsin ya. Parçalanmış, bölünmüş ne yaşamlar gördü onlar. Ölmez ağaç adı onların.”

Başımı yere eğmiş dinliyordum onu. Gerçekten söylediği gibi olabilir miydi? Devam etti,

“Yeni bir yerde yeni bir yaşama başlamak sancısız olmasa gerek. Belki için için kaynıyorsun, fokurduyorsun ama bir süre sonra zeytin ağacı gibi dimdik ayakta durmayı öğreneceksin.”

Parmağıyla resimleri işaret etti.

“Bak onlara! İyi bak! Yanarlar, yakılırlar ama kendilerini çoğaltmayı hep bilirler.”

Söylediklerini zihnimde yoğurmam için sanırım, bir süre bekledi. Sonra sesindeki coşkuya bedenini de katarak,

“Hadi toparlan. Kalk! İşi kaptın,” dedi.

Yürüyorum. Buraya ne zaman geldim? Bilmiyorum. Unuttuklarım var mı? Onu da bilmiyorum. Zeytinliklere sokulunca unutmak istediklerim çok uzaklarda kalıyor. Bildiğim tek gerçek, burada düşlerimin yarım kalmayacağı, kaldığı yerden devam edeceği.

Yürüyorum. Ayvalık’ın dar sokaklarında, yaşadıklarımı bir bir geçerek. Köklerini arayan filizlere, keşfedilmeyi bekleyen güzelliklere, annesini arayan kedi yavrusuna, çiçek dökmeye hazırlanan zeytin ağaçlarına, düşlerimin gerçek olacağı güne… Yürüdükçe damarlarımdaki kanın sesini duyuyorum. Parçalanmış, bölünmüş, dağılmış hayatımın geride kaldığını haykırıyor bana. Meğerse şimdiye kadar haberim olmamış renklerden. O devasa şehirde hiçbir renk elime yüzüme bulaşmamış. Görmemişim onları. Tanımamışım, tanıştırılmamışım omuz arayan başımı okşayan renk cümbüşleriyle. Buraya gelinceye dek güneş görmemiş ki dünyam.



 

16 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments


bottom of page