Henüz sonbaharın ilk zamanları.
Bu zamanlarda, Ayvalık denince aklıma Pirina kokusu gelir. Yakın zamanda, Ayvalık’tan esen pirina kokusunu uzak denizlerden gelirken, Midilli açıklarında duydum. Garip bir kokudur bu, sevmeyen sevmez. Ben severim. Orada değilsem de özlerim. Daha doğrusu o kokuyla bağlantılı hatırladıklarım bana sevdirmiştir pirina kokusunu. Onu, “sevmeyi öğrenmek gerekir,” demek istiyorum.
Kuzeyden Güneye “inenlerin” yaz tatillerini bitirip geri dönüşlerinin çoktan başladığı bir zamandan bahsediyorum. Eylülden. Okullar açılır, aileler ona göre yaz tatillerini ayarlayıp yaşadıkları şehirlere geri dönerler.
Ben de denizci atalarımın izinde yelken basarak tek başıma çıktığım altı haftalık maceramı “bu temayüle uygun olarak sonlandırıyor” ve dönüşe başlıyorum. Kuzey Ege’nin fırtınaları ve büyük dalgalarıyla kuduran deniziyle boğuşarak, Ayvalık’a, evime dönmek için rota tutuyorum. Yelken geçişinin son bacağını selamet duasıyla tamamlamaya çalışıyorum. Altınova-Midilli arasında açık denizdeyim.
Sonbaharın başında akşamları buralarda hava serince eser. Tabii ki esen rüzgârlar bana Ayvalık havası getiriyor. Kuzey’den üfleyen poyraz, kendisi gibi Ayvalık taşıyor bana. Çünkü Ayvalık poyraz, poyraz Ayvalık’tır. Ne demek şimdi bu? Gecenin karanlığında beş mil mesafeden görünen Çıplak Ada fenerinin ışığı henüz bana doğru çakmaya başlamadan gelen kesif pirina kokusu, onu söylüyorum. O ancak Poyraz’la en iyi taşınır. Yani zeytinyağı fabrikalarının işlediği zeytinden arta kalan atıkların, küspenin kokusunu.
Ayvalık’a daha yakın mesafedeyim, demek ki.
Bana tanımlayamadığım tarz keyif veren haberci bir koku bu. Karanlığın içinde ve uzak bir mesafede, evleri, fabrika bacaları, limanı, henüz hiçbir yapısı görünmeyen Ayvalık’a yaklaştığımızın işaretini alıyorum böylece. Demiştim ya… çocukluğumdan beri duyduğumda bana huzur veren bu kokuyu benimseyip, sevmek güçtür. Bu kokuyu sevmeyi öğrenmek gerekir. Alışkanlık ötesinde anılar, yaşanmışlıklar, çağrışımlar olmadan sevilebilecek bir koku değildir bu.
Sertleşerek esen poyraz teknenin üstüne pirina kokusunun ağırlığını dökmekle kalmıyor, aklıma geçmiş günlerin, eski zamanların anılarını getiriyor. Pirina kokusuna tahammülün altında yatanları yani. Yıldızların altında seyre devam ederken, yosun kokusuna karışan pirina kokusunun eşliğinde hayallere dalıp gidiyorum. Bu ortamın kendisi, yıldızların parıltısı, bana güven duygusu veren ışıklı balıkçıların mevcudiyetleri, gecenin serinliği, denizin çalkantısı, martıların sesi, hepsi… bu yolculuğum hiç bitmesin dedirtiyor. Zeytin atıklarının kokusu ise beni kendine kuvvetle çekiyor.
İlerleyen akşamın serinliğinin pirina yüklü kokusu, büyüyen, baş döndüren dalgaların içinde bata çıka ilerlerken Ayvalık’a kalan mesafenin azaldığı hissiyle neşeleniyorum. Altınova-Midilli arasında, açık denizde menzile sekiz mil kala beni karşılayan bu koku çok uzun bir seyrin sonuna gelindiğini, eve dönüşü müjdeliyor. Ünlü ressamın arkasına bakmadan kaçtığı, “sabun ve pirina kokan” bu kent benim için farklı anlamlar ifade ediyor. Buraya gelirken, yurduma, evime, akrabalarıma, arkadaşlarıma, artık aramızda bulunmayan atalarıma, büyüklerime kavuşmanın sevinci taşınıyor yüreğime. Özgürlüğü, kabul etmeyi, edilmeyi, kendimle yüzleşebilmeyi sağlayan, kendimi sorguladığım, “ruhi ve dünyevi” ilişkilerimin anlam kazandığı, beni kendimle barıştıran ortamı sağlayan kent, Ayvalık’a geri dönüyorum.
Çıplak Ada’nın önünden Ada Camping’e yol veriyorum. Yelkenleri kapatıyorum. O bölgede her türlü kural ve kanuna karşın inşa edilmiş lüks turistik tesislere kızıyorum, ivedilikle. Ben menzilime ulaşırken hava düşüyor. Deniz direkliyor! Gün inerken, “poyraz, ya alır, ya kalır” der yörenin balıkçıları. Hava kalıyor. Demir atıp Cunda’nın arkasındaki el değmemiş koyların keyfini çıkartmak, sesleri, kokuları ve doğanın karmaşık dengesinin müziğini dinlemek beni dinlendiriyor, havanın, denizin, yolculuğun, teknenin, yelkenin kaçınılmaz endişelerini silip alıyor.
Bu kesif kokuyu denizin üstünde bu kadar uzaktan duyuyor olmak bana bir başka önemli olayın, yılın yeni zeytin hasadının başlangıcında olduğumuzun haberini veriyor. Ayvalık, şüphesiz Türkiye’nin en önemli zeytin üretim merkezlerinden biri. Bu nedenle, zeytin hasadı Ayvalık için çok özel anlamlar taşıyor. Hasat mevsimi kente farklı bir canlılık, bir hareket getiriyor. Çocukluk sonrası bilinçli yaşamım süresince, bu dönem geldiğinde, muazzam düzenli bir koşuşturma başladığını bilirim. Konuşulan konuların başında, kimin kaç çuval, ne tür zeytin elde ettiği gelir. Fiyatlar, ticaret, soğuk sıkım, zeytinyağı asit oranı karşılaştırmaları, kimin çuvala ne kadar para verdiği, zeytin aldığı, sattığı olabilecek en büyük ciddiyetle konuşulur, anlatılır. Bir Ayvalıklı zeytin konuşurken hayatının en ciddi anındadır. Bu konunun ciddiye alınmasının tabii ki önemli bir nedeni bulunuyor.
Zeytin hasadının sağladıkları, evleri, evlilikleri yaptıracak; alınacak, satılacak malların, taşınır taşınmaz mülkün ne olacağına karar verdirecek. Oğlanın sünnet düğününe kaç kişi davet edilecek, nereye seyahat edilecek, hangi akrabalar ziyaret edilecek, ne kadar borç verilecek, nereye masraf edilecek veya ne kadar borç geri ödenecek, yaşamın hangi düzeyde rahatlıkla idame ettirileceği ile ilgili her türlü karar zeytin hasadına bağlı olarak alınacak. Bu kadar basit bir ilişki, zeytin hasadı karmaşıklığının içinde inşa ediliyor.
Zeytin hasadı bu yüzden “yavaşça hızlı hareket” eden Ayvalıklı için zindeliğin, çalışkanlığın zirve yaptığı dönem. Bu oturmuş ve ağırbaşlı olma erdemine kadim bir medeniyetin mirasçısı olarak alışmış olan Ayvalıklının Modus Operandisi, iş yapma tarzını, hırslı, hızlı ve saldırgan yaşam biçimini benimsemiş olan sabırsız bazı “yabancılar” için pek anlaşılmaz. Derinliği olmayan, dar ve macerası ilkel dünyaları içinde Ayvalıklıyı değerlendirmeye çalışırlar. Hep de yanlış ve haksız sonuçlara ulaşılır.
Benim de geçmişten aklımda kalan, hasat mevsiminde tüm kentin hareketlendiği, konuşulan konuların zengin bir yelpazede giderek günlük hayatın dertlerinden kurtularak soyutlaştığı, sanatsallığa yükseldiği, toplumsallaştığı ve çeşitlenerek zenginleştiğidir. Zeytin toplamak için gelen mevsimlik işçilerle kasaba kalabalıklaşır. Zeytinliklerin arasında kurulan geçici çardaklar, çadırlar, barınaklar, sabahtan akşama çalışan değnekçilerle mevsimlik işçilerin, zeytin toplayıcılarının umutlarına, sevinçlerine, acılarına, aşklarına, umutsuzluklarına ev sahipliği yapar. Kendi içinde her biri bir roman olan hayatlar bu dönemde gündelikler üzerine yapılan alacak verecek tartışmalarıyla sıradanlaşıp, karmaşıklaşır. Ayvalık’ın kültür dünyasına katkı sağlayan başka bir zenginlik getirir bu âlem.
Çünkü sıradan olmayan, asırlardır bu coğrafyanın kaderi olan, sanayi girdisi zeytin ve türevlerinin sağladığı parasallaşmış, metalaşmış, şeyleşmiş, maddiyata dayanan insan ilişkileridir. Kapitalizmin sermaye birikim dinamiklerini sanayi devrimi ile eş anlı yaşayan Türkiye’deki ender cephelerden biridir Ayvalık. Sermaye birikiminin muazzam boyutlarını şimdi müze kent olarak isimlendirilen bu kentteki çok iyi korunmuş o sihirli yapılardan da izlemek mümkün. Zeytin sayesinde parasallaşmış olan ekonominin, ücretli emek kullanımının yaygın olmasının getirdiği iş bölümünün derinleşmesi, farklı meslek gruplarının gelişmesi buranın kaderini dünyanın geri kalan kısmına bağlamış, entegre etmiştir. Ama ne entegre ediş!
Sokaklarda gezerken dikkatimizi çeken o muazzam güzellikteki Rum evlerinin birçoğunun üstünde kaydedilmiş tarihlerin 1875 küresel kriz sonrasını işaret ediyor olması rastlantı değildir herhalde. Dünyayı son derece kötü etkileyen, Osmanlı İmparatorluğu’nu da kötü vuran bu kriz sonrası gelen refah ve hızlı büyüme dönemi Ayvalık zeytin, zeytinyağı ve türevleri üretiminin dünya pazarlarında burayı zenginleştirici bir etki yarattığının da işaretçisidir, her biri sanat eseri bu güzelim yapılar. Mübadele denen nüfus değiş tokuşu öncesinin Ayvalık'ından kalan bu yapılar ve içindeki antika dünyası Ayvalık’ın küresel entegrasyonun da derinliğini gösterir nitelikte.
Bu yüzden pek çok sanayileşmiş ülke burada konsolosluk açmış. Ayvalık, ABD’den, Avustralya’ya, İngiltere’den Japonya’ya kadar dünya pazarlarına entegre olmuş ender Anadolu yerleşim birimlerindendir. Türkiye sermaye sınıfının temsilci kuruluşu olan Sanayici ve İş Adamları Derneğinin başkanlığını zaman zaman Ayvalık kökenli iş adamı ve iş kadınlarının yapmış olması da rastlantı olmasa gerektir.
Bu evrensellik, kişi başına düşen zenginlik kendisini hiç kuşku yok ki düşün ve fikir dünyasına da yansıtıyor. Geçmişte bünyesinde önemli bir akademi bulunduran bu kent, tanınmış pek çok düşün insanına ev sahipliği yapıyor. Yani, Ayvalık’ı çekici kılan sadece dünyaca ünlü coğrafi güzelliği değil, onu söylemeyi ihmal etmeyelim. Bazılarını bu seçkide de gördüğümüz gibi bünyesinden pek çok yazar, şair, ressam, tiyatro sanatçısı, müzisyen, yönetmen, bilim insanı ve gazeteciye ev sahipliği yapar Ayvalık. Bu haliyle, dünyanın en önemli üniversitelerinden Harvard’a ev sahipliği yapan, dünyada bir bilim ve sanat merkezi olarak yaygınca bilinen, Boston’u referans alan yakıştırmayla, “Türkiye’nin Boston’u” olarak bilinmeyi bence de hak etmektedir. Zaten, Ayvalık’ın, Harvard Üniversitesi’nin bir parçasına ev sahipliği yapıyor olmasıyla da bu iddia havada kalmaz.
Bu yüzden, geçmişte Ayvalık sevdalısı, kıymetli ağabeyim, yazar, eşsiz insan Ahmet Yorulmaz’a yaptığım bir değerlendirme bugün de geçerliliğini korumaktadır. Kurtuluş Savaşının ilk resmi kurşununun atılmasına ithafen ona, “Türk Rönesansı’nın merkezi Ayvalık’tır” demiştim. Remzi Kitabevi gazetesi için Murat Sayım’ın yaptığı Bir Müze Kenttir Ayvalık başlıklı röportajda Ahmet Yorulmaz benim o tespitime, Kimler Geldi Kimler Geçti Ayvalık’tan (Remzi Kitabevi) isimli kitabında neden yer verdiğini şöyle değerlendiriyor büyük üstat; “Ayvalık Halkevi’nin usta aktörlerinden olan ilerici aydın ve Midilli mübadili İbrahim Aybar’ın torunu Sedat Aybar, Türk Rönesansı’nın merkezi Ayvalık’tır. Ayvalık biterse Türk devrimi de biter. Türkiye’de her şey bitse, Ayvalık Türkiye’yi yeniden kurar. İlk kurşunu yine atar,” demişti. Büyükbabadan, babadan gelen bir kültürel gelenek ve görenekle yetişmiş olan Sedat Aybar, bu etkili sözüyle Türk aydınlanmasının hareket noktası Kemalizm’in Ayvalık’ta, bütün Türkiye’ye örnek olacak gibi benimsenip uygulandığının altını çizmek istemiştir. Özgürleşmenin ilk asker kurşununun Ayvalık’ta atılmasına gönderme yapmıştır. Halkının demokrat yurtseverliğiyle, aydınlanmanın da, özgürleşmenin de, eski/yeni Ayvalık’ın ekonomik sentezini yaparak yeniden doğuşun buradan başlayacağına olan inancı, dile getirmiştir. Onun bu görüşüne içtenlikle katıldığım için kitabımda da yer verdim. Ayvalık sevdalısı Ahmet Ağabeyi rahmetle analım.
Ayvalık son zamanlarda ciddi miktarda göç aldı. Bunu asla olumsuz bir gelişme olarak değerlendirmem. Göçmen yuvası olan Ayvalık, yurtiçi ve yurtdışı göçmen gerçeğine düşmanca tavır almaz, alamaz. Elbette, Adalar Denizinde yakın dönemde yaşanan insanlık trajedilerine Ayvalıklı kayıtsız değildir ve orada yaşanan acılar her Ayvalıklının yüreğini dağlar. Diğer yandan da yerleşik yaşama geçmiş göçmenlerin kent yaşamına yaptıkları olumlu katkıyı Ayvalıklılar yadsımaz. Ayvalık’ın özellikle bilim, sanat ve edebiyatla uğraşanlar için çekim merkezi olması sadece doğal güzelliklerle ilgili değildir. Bunda Ayvalık’ın insan dokusunun yaratıcılığa, yenilikçiliğe, sanata açık olmasının, eğitime, okumaya önem vermesinin rolü büyüktür. Çok kıymetli gözlemci bir dostum Ayvalık için, “sanat ve edebiyat dünyasında Bodrum’un pabucunu çoktan dama attığı” izlenimini aktarmıştı bana, yakın zaman önce. Bu ne kadar doğrudur bilemem ama yeni gelenlerle Ayvalık düşün ve kültür ortamının daha da hareketlendiği çok net olarak görünüyor. Ayvalık, Ege’de olmanın, zeytin üretiminin merkezi olmanın, erken dönemde Pazar ekonomisine geçmenin, parasallaşmanın tüm ayrıcalıklarını yaşıyor, yaşamaya da devam edecek gibi görünüyor.
Sadece iç göç de değil yaşanan. Bugün Ayvalık sokaklarında gezindiğinizde dünyanın dört bir yanından ressamın, sanatçının, müzisyenin yerleşmek ve sanatsal ürün vermek için Ayvalık’ı seçtiğini görüyorsunuz. Tabii bunda Ayvalık sevdalısı olan, sayıları hiç de azımsanmayacak düzeyde olan eğitimli ve imkân sahibi Ayvalıklıların rolü büyük. Gerçi Ayvalık bugün, Ayvalık kökenli olanların yüzde on altı oranıyla azınlıkta olduğu bir kenttir ama bu oran müthiş bir potansiyeli harekete geçirecek bir rakamdır da. Ulusal haberlere her yıl konu olduğu biçimiyle ziyaretçi akınına uğrayan Ayvalık, zaman zaman başarılı yöneticilerinin televizyonlardan “lütfen artık gelmeyin” diye ricada bulunduğu bir çekim merkezi olmaya, insanları cezbetmeye devam etmekte.
Her hasat bir yeni başlangıç, bir yeni umuttur. Uzaklardan yaklaşırken yoğun olarak duyulan pirina kokusunun eksik olmadığı, zeytin bereketinin sanata, kültüre, refah ve barışa taştığı bir hasat mevsiminin tüm Ayvalıklılara iyilik ve güzellikler getirmesine vesile olmasını diliyorum.
Comments